Aslında müzik sanatındaki romantizm, bugün kullanılan romantiklikten, Chris de Burgh’ün müziğinden ve Kenny G’nin sololarından farklıdır. Müzikte “romantizm”, doğru bir şekilde, 19.yüzyılın başlarından 20.yüzyılın başlarına kadar yapılmış olan müziğe denir.

19.yüzyılla birlikte besteciler eserlerini yazarken romantik romanlar ve dramalardan etkilenmeye başlamışlardı. Bu özellikle opera ve senfonik şiirlerde göze çarpıyordu. Bu dönemdeki sanatın sosyolojik yapısına baktığımızda bunun tüm sanat dallarını etkilediğini görüyoruz. Örneğin, Scott’ın ünlü romanı The Bride of Lammermoor(1819), 1821 yılında Fransız ressam Delacroix’nın bir tablosuna konu olurken, 1836’da Donizetti tarafından opera eseri haline getirilmiştir. Genel anlamıyla sanattaki romantizm akımının birçok teması müzikte de yerini almıştı (natüralizm, idealizm, nasyonalizm gibi).

Romantik dönem müziğinin, klasik müziğe göre getirdiği birçok yenilik vardı : Uzun ve açıklayıcı melodiler, renkli armoni ve enstrümantasyon ve ritimdeki özgürlük ve esneklik bunun en önemlileriydi. Ancak müzikal formda çok fazla bir yenilenme söz konusu değildi. Dönem bestecilerinin en önemli özelliklerinden ikisi; önceki dönem müziğine duyulan saygı ve zaman zaman bunun nostaljik anımsama duygularının ötesine geçmesi ve o zamana dek konulmuş katı müzik kurallarına harfiyen uyulmaya çalışılmasıdır. L.V. Beethoven dünyanın ilk romantiği olarak kabul edilir ve hem klasik hem romantik dönem bestecisidir. Onu izleyen Ludwig Spohr, Carl Maria Von Weber ve Franz Schubert gibi bestecilerse romantizm ilk jenerasyonudur. 1803-1813 yılları arasında doğan Hector Berlioz, Frederic Chopin, Mikhail Ivanovich Glinka, Franz Liszt, Felix Mendelssohn, Robert Schumann, Giuseppe Verdi ve Richard Wagner gibi besteciler ise ikinci jenerasyon romantiklerdir.

Birçok sanat tarihçisi romantizmin 1850 yılında bittiği konusunda hemfikirlerdir ancak müzikteki romantizm neredeyse bir yarım yüzyıl daha sürmüştür. Liszt ve Wagner’in müziği formunun genişlemesi, armonik yapıları ve ilginç orkestrasyonlarıyla gelecekteki müziğin ilk sinyallerini verirken Schumann gibi besteciler de Johannes Brahms’ın devam ettireceği klasik formlardan vazgeçmiyordu. Bu iki kontrast kendilerinden sonra gelen Antonin Dvorak, César Franck, Camille Saint-Seans ve Peter Ilijic Tchaikovsky gibi bestecileri etkiledi ve her iki değişim ve dönüşümde de yer aldılar. Örneğin Tchaikovsky’nin sonatları ve senfonileri Schumann ve Brahms’ın formundayken, senfonik şiirleri Liszt etkileşimlidir.

Öte yandan milliyetçi besteciler de vardı ve bunlar kendi folk müziklerini eserlerinin içine her fırsatta entegre etmeye çalışıyordu ya da Modest Mussorgsky, Bedrich Smetana gibi besteciler çıkıp kendileri özgün bir folk formu yaratıyordu.

İkinci romantizm akımının başlangıç yılları olan 1890’larda Bruckner, Brahms, Franck ve Tchaikovksy gibi 4 önemli romantik ölmüştü. Post-romantik olarak da adlandırabileceğimiz Gabriel Faure, Eduard Grieg, Gustav Mahler ve Nikolai Rimsky-Korsakov gibi besteciler zamanın modern müziğinden aldıkları direk etkileşimi romantik müzik formuyla sunuyorlardı. Öte yandan “saf” romantikleri izleyen besteciler de vardı. Hugo Wolf, Wagner’i, Scriabin, Liszt’i ve Max Reger’de Brahms’ın müzikal yapısıyla müzik vermişlerdi. Post-romantik akımın yıllarında Sergei Rachmaninoff ve Richard Strauss gibi gelenekçi neo-romantiklerin yanısıra Claude Debussy, Charles Ivess, Leos Janacek, Maurice Ravel ve Arnold Schoenberg gibi 20.yüzyıl klasik batı müziğini oluşturmaya başlayan isimler de vardı.